Edebiyat, Genel

Suya Yazmış Gibiyim.

Suya Yazmış Gibiyim.

Biriktirdiğim yazılar olsa da bugün doğaçlama yazmak istedim. Bir yaprak gibiyim ya da kendimi öyle hissediyorum şu an benim için mevsim sonbahar ve sanki benim ağaçtan ayrılma vaktim gelmiş gibi. Şu an o kadar konudan konuya geçesim ve çok yoğun dağınık yazma isteğim var. Bir kuş olsam ne olurdum acaba diyorum? Herhalde kırlangıç olurdum. Çok sık görüyor olmam ve sayılarının görebildiğim ölçüde çok olması ben de benzerlerimin yakınımda olduğu hissini yaratmasından ötürü sanırım, bir de gerçekten bu dünyaya başka formda gelmek isterdim sanırım. İnsan formu saygıdeğer bir form, seviyorum insan olmayı, düşünebilmeyi, konuşmayı, konuşarak anlatmayı ve anlaşmayı. Ama uçmak, yer değiştirmek bu harika bir şey. Biriktirdiğim yazılar vardı dedim ya, yazmayınca, düşünmeyince öyle rahat ettim ki. Bir ben vardım. Korona sürecinin sevdiğim en iyi yanı: gereksizliklerden uzak kalmaktı. Yıllar var ki sevmediğim ortamdan, insandan, durumdan, işten kaçarım. Sevmediğim yemeği yapmaktan bile. Bu hayatta sevdiğim şeyleri yapmak hep ilk önceliğimdir. Yıllar boyu çekirdek ailem dışında sülale dediğimiz kitle ile az görüşme yaptım, sevmediğim akrabalarımı görmedim, doğduğum yerde yaşamımı sürdürmemek için çabalıyorum. Neden mi? Ben insanlar içinde görünür olmamayı seviyorum. Kendimle bir problemim yok ama sizi görünür kılan( ki görünür olmak kötü değildir) insanlar beni sınırlıyorlar. Bu eleştirel yorumlardan, vasıfsız çirkinliklerden, boş sohbetlerden kaçınırım ve insan kalabildiysem ve yine kendim olabildiysem bu davranışıma büyük teşekkürler borçluyum. İnsanlarla olan diyaloglarımlarımdan bazıları bir yaşıma kadar karşı tarafı olmayan, yalnız başına kavgalar ile bitmesi demekti. Bazıları da sorgulama öncesi takmama idi. Şu an halen kafamda hayalleri ile dans eden küçük bir kız var, o kız sokak ortasında da zıplamak istiyor. O kız çocuğu bir kırık can parçası taşıyor. Hiçbir şey ilk günkü gibi olmuyor. Fakat ben yazmayınca (şiir veya yazı) daha mutluyum sanki. Galiba anlaşılmamaktan yoruldum, bir çocuk gibi koşulsuz sevgi istiyorum. Gözyaşı mesaimi acaba gözlerim gülmekten kısılan gözlerime ve ileride ggülümsemekten oluşmuş kazayaklarıma devreder mi? İnanın Zarifoğlu’nun da dediği gibi “İçimiz hep bir hoşçakal ülkesi” . Ben içimdeki cız sesini duyuyorum, kedilerin kapıyı tırmalaması gibi, büyük bir derdim yok ama ben sadece koşulsuz sevilmek istiyorum. Bir erkek arkadaş yani sevgili tarafından değil, benim mottom samimiyet dostlar, ben bunun için yaşıyorum. Ben inandıklarımdan, amaçlarımdan, zevklerimden, kelimelerimden ibaretim. Ama kelimelerim kırık dökük, beni yarı yolda bırakan pili bitmiş saat gibi. Aklımda mantığımın sesini işitiyorum, durmadan konuşan mantığım. Artık maneviyatım semti terk mi ediyor? Nedir bu sokaklarımın sessizliği, nedir her köşe başını tutmuşlar halim. Halbuki bir kelime kadar basitim, bir marşhmellov kadar yumuşak. Yüreğim duvarlar örüyor, elim her sabah doğan güneşle yıksa da, hafta geçse de, elem beni terk etmiyor. Şarkıları bıraktım, yaşamda bana kalan bir Kpss, bir yeni başucu kitabım, bir de içimdeki yalnızlık. Benim kendime yeten gölüm okyanusla kavuşmuştu Nietzche’nin de dediği gibi. Sorun nerede, ben niye bir gözyaşı mesaisindeyim. Neden içimde bu boşluk? Hayat; kendi hayatım dışında başkalarının hayatı ile kesişen benim büyük çaresizliğim, reddedişim, dur artık gönlüm ve kabulleneyim. Koşulsuz sevildiğimi hissedeyim.




Bi yoruma ne dersin ?

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir