Genel

Where is the Problemmm!? (Bir sosyolojik inceleme)

Where is the Problemmm!? (Bir sosyolojik inceleme)

Kıymetli okuyucular artık huzurlu bir hayat yaşamak gerektiğini düşünüyorum. Dünya gerçekten çok acımasız ve bizim fazla vaktimiz yok. Şunun şurasında daha ne kadar yaşarız Allah bilir. Gelin el ele verip şu işi bir düzeltelim diyecektim ki aklıma yine ay sonu, kredi kartları, doğalgaz, elektrik, su, telefon faturaları geldi. En iyisi mi biz ruhsal durumumuzu düzeltme namına azcık çaba harcamayı öğrenelim. Ayrıca dikkat ettiyseniz bahsettiğim bütün bozukluk envanterleri maddi. Buradan da şöyle bir çıkarımda bulunabiliriz: insanoğlunun asabını en çok bozan şey paraymış. Öyle ki çoksa otur say, azsa bekle ki gelsin. İkisi de ayrı sınav.

Şöyle büyük bir çerçeveden olayı görmeye çalışırsak, yaşantımız boyunca anlık sıkıntılarla karşılaşıp, anlık etkileşimler yaşadığımızı görüyoruz. Yani bir anımız bir anımıza uymaz. Hem maddi hem de manevi olarak yaşadığımız bu sorunların zamansal ebatlarını her zaman ayarlamak mümkün olmuyor haliyle. Ne kadarsüreceğini de kestiremiyoruz. Küçücük bir sinek kanadını gözümüze gözümüze sokuyor, dünyayı bir sineğin kanadından görüyor, geri kalan her şeyi unutuyoruz. Bazen hayli kayıtsız kaldığımız çok mühim meseleler de olmuyor değil.

Sorunların, global ifadeyle stresin, insan yaşantısı boyunca sıfır noktasına inmediği bilinmektedir. Uzmanlar bu konuda dualist bir görüş benimserler. Yani her şeyin zıddı ile kaim olduğu düşüncesi vardır. Bir nevi stressiz bir hayatı ancak kanatlı, taçlı melekler yaşar diyorlar. Melek olduğunuzu düşünüyorsanız baştan bir göz atın halet-i ruhiyenize.

Maddi varlığımızın bizden bağımsız olarak yürüttüğü bazı biyolojik unsurlara değinmek istiyorum ki kendimizi tanımak babında daha faydalı bir yazı yazmış olabilelim. Bizden bir miktar bağımsız olarak çalışan vücudumuzun kendi kendine yürüttüğü bazı fenomenler vardır ki hayatımız, onların eksikliğiyle tamamen yarım kalır ya da kendini infilak eder.

Şöyle bir düşünelim: mesela beynimizde bulunan hipotalamus bölgesi vücut sıcaklığını ayarlamak işlevini yerine getirmeseydi de elimizdeki bir termometre ile sıcaklık ayarlarımızı girdiğimiz her ayrı ortam için kendimiz kontrol etmek zorunda olsaydık ya da her nefes alış verişimiz bir otomatizme bağlı olmasaydı ve biz her nefes için ayrı bir efor sarfetmek zorunda kalsaydık neler yaşardık? Tabii ki elimizde kumandayla uğraşmaktan öteye gitmeyen bir yaşantı olacağı kesindi.

Aslında otomatizm çok ayrı bir önem arz etmekle birlikte zıddı ile bizim elimizde bulunan iktidara değinmek istiyorum ben. Biraz önce dediğim gibi sorunların üstesinden gelememe ya da onları çığ gibi büyütüp güneş gibi eritememe problemi, öfkeyi kontrol edememeye varan bir duruma dönüşüyor. Öyle ki insanlar birbirini anlamak yerine saldırmaya başlıyor ve biz bunu hayatımızın her safhasında yaşama tehlikesi altında ayrı bir stres unsuru olarak gözlemleyebiliyor ve tedirginleşiyoruz.

Üsküdar Üniversitesi kurucu rektörü Prof. Dr. Nevzat Tarhan hocamızın öfkeyle alakalı “itfaiye modeli” olarak adlandırdığı bir yazısı vardı. Konunun çözüm noktasını özetlemesi açısından sizlerle paylaşayım. Şöyle diyor hoca: Öfke ile ateş birbirine benzer. Yangın çıktığında ilk önce niye çıktı diye araştırılmaz. Eğer araştırırsanız bu sırada yangının başka yerlere sirayet etmesine sebep olursunuz. Yangın çıktığında önce söndürme, sonra soğutma çalışması yapmak gerekir. Bu işlemler yapıldıktan sonra ancak sebep aranır. Öfke anında, “Bu bana nasıl olur. Ben bunu yaşayacak ne yaptım.” şeklindeki sebebe yönelik düşünceler öfkeyi daha çok alevlendirir ve önüne geçilemez bir kin oluşturur.

Bir itfaiyeci olarak benim de yakinen ilgi alanıma giren bu ‘’itfaiye modeli’’ aslında ikili ilişkilerin düzenlenmesi esnasında yaşanabilecek gerginlikler için afili bir analitik yöntem. Tabii kullanmayı öğrenebilir ve başarabilirsek.

Gerçekten de öfkenin, fiziki unsurlarımız üzerinde bıraktığı deformasyonlar da hiç göz ardı edilemeyecek kadar büyük. Sinirlendiğimiz zaman eklemlerimiz ve kaslarımız gerilir, kan dolaşımımız iyice yavaşlar ve beyin aktivitemizle beraber sinir, hormon ve kalp damar sistemleri dengeleri bozulur.

Yani öfke adamı öldürür kıymetli okuyucu. Öldürmezse de süründürür. O yüzden bir şeyler yapmak gerekir, kontrol edebilmek gerekir. Kontrol etmek de büyük erdem gerektirir. Erdemli olunuz! Trafikte, okulda, sokakta, kaldırımda becerebildiğiniz kadar erdemli olunuz. İnsanları eleştirirken, onlardan bahsederken, onlarla alay ederken de erdemli olunuz. Aksi halde ne stresin ne de onun tetiklediği öfkenin başka türlü önüne geçemeyeceğiz.

Mutlu olabilmeyi öğrenmenin hele ki küçük şeylerle mutlu olabilmenin farkına varıp, insanlara tebessüm edin diyecekken yine dışarıdan penceremi dolduran korna sesleri ve bağırışmalar duymaya başladım. Nasıl becereceğiz bilmiyorum ama en azından deneyelim. Ümitvarız!




2 Yorum

  • Otomatizmin zıddı ile ipleri elimizde olduğunu düşündüğümüz iradenin kontrolü tamamen bizde midir ki? Yani aldığımızı zannettiğmiz kararları almamızda bağımsız bir algoritma mı rol oynuyor yoksa hayatta kalma içgüdüsünün tezahürleri mi? Olaya burdan bakınca öfke sorununa karşı çözüm hususunda çok daha fazla sorumluluk sahibi olmak zorundaymışız gibi geliyor, ki bunu insanoğlu olarak kaldıramayacağımız belli. Ama yine de en komiği hasbelkader tanışıp bir şeyler yaşayınca ruh ikizini bulduğunu zanneden insanların sevinci bence 😀 Evet 7 milyar küsür yerde ne hikmetse ruh ikizin işyerinden birisi çıkıyor.

    5 yıl önce
  • Tabii ki burada bahsedilen otomatizm iradeyle alakalı olan değil biraz daha biyolojik olan. onu ele almaya kalksak Freudlar Yunglar Adlerler döner havada o da ağır iş sanki 🙂 ama öfke konusunda gerçekten de telkin yöntemleri kullanmak gerekiyor. Platon Devlet kitabında doğrunun iyi anlama gelmediğini doğrunun doğru demek olduğuna çanak tutuyor. Bu da öfke konusunda gerçekten de su götürür bir doğrudur 🙂 iş yerinden flörtlere karşıyım bu arada çok yüz göz olunuyor 😀

    5 yıl önce
  • Bi yoruma ne dersin ?

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir