Edebiyat, Genel

Mekanik

Mekanik

Gün içerisinde aklımın içinden geçen düşünce sayısını ve bunların içinden düşünmeye değer olanlarını gösteren bir sayaç olsaydı bile muhtemelen onları kontrol etmeye yönelik bir çaba harcamazdım. Zira düşüncenin ortaya çıkıp yok olması sürecinin nasıl işlediği hakkında bir fikrim yok. Oturup bir dakikamı bilinçli geçirdiğimde bile bunların benden nasıl çıktığını anlayamıyorum. Sanki kafamın içerisinde koca bir kara delik var ve ben doğmadan önce yutmuş olduğu her şeyi istesem de istemesem de kusuyor. İçinde yaşadığım bu mükemmel mekanizmada kontrolün çok azının bende olduğunu hissedince kim olduğum sorusu şöyle dursun, var olup olmadığımı bile anlayamıyorum. Belki de bizim en büyük hatamız kendimizi bir bütünün parçası değil de bütünden ayrı bir varlık olarak görmemizdir. Gerçi bunu söyleyen ilk ben değilim. Demek ki insan denen varlık öyle ya da böyle benzer sonuçlara ulaşıyor.

Uzun zamandır bir kişiyi o kişi yapan şeyin büyük oranda alışkanları olduğuna inanıyorum. Çünkü bizler bir döngünün içerisinde yaşamayı seven yaratıklarız. Kimimiz güne sigarayla başlar, kimimiz müzikle, kimimiz sessizlikle. Ama uyandığımızda yaptığımız şeyler değişmez. Düşünce şeklimizi yıllar içerisinde çevre şekillendirmiştir. Kimisi buna az da olsa kendi yön vermiş, kimisi ise karanlıkta güneş gözlüğü takıp eline ilk gelen şeyi bohçasına atarcasına oluşturmuştur. Giydiğimiz kıyafetlerin bile kendi içerisinde görünmeyen bir düzeni vardır. Benliğimiz kendini oluşturan soyut ve somut her şeye kendinden bir parçayı zorla bulaştırarak onu “ben” zannetmemizi sağlamıştır. Gün içerisinde çoğu zaman oto pilot gezeriz. Bilinçli olarak müdahale ettiğimiz şeylerin sayısı azdır. Karşıdakinin sözüne verilen cevap, yürüdüğümüz yol, becerilerimiz, çay demleyişimiz tamamen içeride bir yerlerde kayıtlı olan bilgilerle otomatik yapılan şeylerdir. Bu durum gayet normal, insanî bir durumdur. Böyle bir mekanizma olmasaydı çoğu şeyi yaparken ilk defa yapıyor ilk defa öğreniyormuşuz gibi çaba sarfetmemiz gerekecekti. İnsanın mekanik yapısı hayatta kalmaya programlı olduğundan bu durum bize zarar verecekti. Ama biz bu işi biraz fazla abarttık. Refahın ilerlemesiyle gerek bedenimizi gerek kafamızı çok kolay besleyebilir hale geldik. Bu ilk başta kulağa hoş gelse de, bu günlere ulaşmamızı sağlayan merak dürtüsünü büyük ölçüde köreltti. Etraftaki uyaran miktarı artmaya başlayınca beyinde uyarıyı algılayıp işleyen yerler körelmeye başladı. Basit heyecanlar, insani ilişkiler, sıradan şeyler bizi kesmez oldu. Hayatımızda var ettiğimiz şeyleri de bize dürtüyü maksimum veren şeylere yönelttik haliyle. Bunu yaparken kendimizi karşımıza alıp “hop hemşerim, bu gidiş nereye?” demedik. İçimizde doymak bilmeyen bir yaratık vardı çünkü ve insan olarak bizim görevimiz ona kölelik etmek, onu daima beslemekti. Şimdi anlıyor musun bu cümleyi okurken neden hafif bir esneme geldiğini?

Yukarıda yazdığım her şey aksi iddia edilmeye açık, temelleri bir teorinin deneylendirilip ondan elde edilen sonuca değil tamamen kendi gözlemlerime dayanıyor. Ama artık çok sıkıldım bunu yazmak zorunda hissetmekten. Daha da sıkılıyorum sürekli istediklerini tüketmekten. Seni aç bıraksam ölür müyüm? Işığını söndürsem bunca yılın hatrına yanar mısın benim için?




Bi yoruma ne dersin ?

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir