Tarih

İTALYA’DA BİR TÜRK KÖYÜ

İTALYA’DA BİR TÜRK KÖYÜ

Meydanda barut kokusu ve bağırışlar, bununla beraber boğazları yakan dumanlar ve kan kokusu… Tam bir cehenneme dönmüştü ortalık. Yaralananlar,surlarda şehit düşenler ve kaplan gibi düşmanın bağrına bıçak gibi saplanan gaziler. Tarih çok savaş görmüştü şüphesiz, lakin bu savaş bir başkaydı. Viyana önlerinde tekrar Osmanlı ordusu belirmişti, Avrupa ise korkuyu en derinden yaşıyordu. Viyana’nın düşmesi demek, Osmanlı’nın durdurulamayacağı demekti. Gerçek şu ki hedef aslında Viyana değildi. Yanık ve Komoron kalelerini almaktı, ordu bu istikamet üzere yola çıkmıştı. Lakin, Sadrazam hızlı bir şekilde Şura’yı toplayarak niyetini belli etti. Her ne kadar Kırım Giray Hanı ve bir çok devlet görevlisi bunun yanlış olduğunu söylese de Viyana’da karar kılındı. Hızlı bir şekilde Otağ-ı Humayun’un bulunduğu bölgeye, Belgrad’a ulak gönderildi. 4. Mehmed haberi aldığında ”Viyana’ya niyetimiz yoktu. Viyana olacağını bilseydim izin vermezdim.Lakin, Paşa saygısızlık edip sevda peşine düşmüş. Ok yaydan çıkmış bir kere, Allah yardımcımız olsun.” diyerek endişelerini belli etmişti.  Bununla beraber bir çok devlet adamıyla da Şura toplantısında ters düşen Paşa, Kırım Giray Hanı’nı kırmış ve Şura toplantısında ona ağır konuşmuştu. Ancak bu yola girilmişti bir kere geri dönüşü olunamazdı hem eğer Viyana alınırsa, Sultan’ın huzuruna Viyana Fatihi olarak çıkacaktı böylece Sultan, Paşa’nın saygısızlığını affedecek ve onu ödüllendirecekti. Tarih unutmayacaktı bu savaşı. Paşa’nın düşüncesi bunlarla yoğrulurken savaş tüm hızıyla devam ediyordu. Düşmanın üstüne şimşek gibi atılan gaziler, Osmanlı’nın sert tokadını bir kez daha tadıyordu. Top sesleri, bağırışlar ve Tekbirler birbirine karışmış ahenkle semada yankılanırken Paşa’nın huzuruna bir Osmanlı İstihbaratçısı geldi. Adı Balaban’dı. Genç, yetenekli ve savaş tekniklerini çok iyi bilen Balaban, saygıyla Paşa’yı selamlayarak ”Önemli haberlerim var Paşam. Papa’nın haçlı seferlerine katılım gittikçe büyüyor!” Sadrazam, bu haberleri umursamayarak top atışlarını arttırmış asker hücumunu ise durdurmuştu. Balaban buna çok şaşırmıştı. Bir an önce saldırı yapılmasının elzem olduğuna inanırken dayanamayarak ”Paşam! Bırakınız kullarınız kılıç hakkıyla alsınlar şehri yağmalanır ve sonra düzeltilir. Ancak böyle devam ederse ordumuz iki ateş arasında kalacaktır!” dedi. Paşa basiretini kaybetmiş gibiydi ve bu durum Balaban’ın ona olan saygısını azaltmaya başlamıştı. Tekrar dayanamayarak ”Paşam! Bu yaptığınız cinayettir eğer böyle bir durum olursa ordu ateş arasında kalırsa vebali büyük olur ödeyemezsiniz!” dedi. Paşa hiddetlenerek sağlam bir tokat indirdi ve ”Bre köpek! Sen kimsin de böyle konuşursun! Bekri Ağa tez vurun bunun kellesini!” Emrini verince Yeniçeri Ağa’sı sinirle, Balaban’ın ellerini bağlarken ellerini hafifçe bilerek gevşek bıraktı. Bu durum aslında ona olan sevgisinin ve yiğitliğine olan inancının göstergesiydi. Çadırdan derdest edilerek çıkartılan Balaban çok geçmeden durumu kavradı ve avını bekleyen bir kurt gibi zamanını bekledi. idam edileceği yere varmadan evvel hızlı bir şekilde ellerini çözdü ve hiç beklemeden yanında ki askerin kılıcını çekti. Seri hamleyle iki askeride orada bilerek yaraladı ve ata hızlıca binerek o bölgeden uzaklaşmaya başladı. Ancak hesap edemediği durum arkadan sırtına saplanan iki oktu. Zaman durmak zamanı değildi hızlı bir şekilde o cehennemden kendini çıkardı ve bilinmezliğe attı kendisini…


İTALYA'DA BİR TÜRK KÖYÜ

Aradan kaç gün geçmişti bilmiyordu. Gözlerini açtığında sarılı halde buldu kendisini. Küçük bir odada yatakta uzanıyordu. Burasının neresi olduğu hakkında en ufak bir bilgisi yokken odaya zayıf,ince, sarışın bir kız girdi. Gülümseyerek ”Uyanmışsın!” dedi. Balaban ”Siz kimsiniz? Burası neresi?” diye sordu. Genç Kız ”Adım Marianna. Monea diye bir köydesiniz. Dedem, sizin Türk olduğunuzu ve yaşayacağınızı söyledi.” dedi. Balaban yavaşça doğruldu ve kendisine verilen yemekleri yemeye başladı. Bu aileyi sevmeye başlayan Balaban, aileyle yakından bağ kurmaya başladı. Monea’da en büyük değişiklik Türk’ün gelmesiyle olmuştu. Halk onu çok sevmiş onunla ilgilenmiş, Balaban ise onlara olan borcunu bildiği pratik bilgilerle yardımcı olarak ödemeyi düşünüyordu. Tarım alanında çok bilgisi olan Balaban onlara bir çok konuda yardımcı oluyor ve herkes bundan çok memnun oluyordu. Aradan 2 hafta geçmişti yaraları, iyileşmeye başlamıştı. Marianna’ya kalbini kaptıran kara yağız, hep onunla olmak istiyor ve yanından ayrılmak istemiyordu. Bu düşünceler içerisindeyken dışardan gelen gürültüyü duydu ve pencereye doğru yürüdü. Dışarıya baktığında bir kaç tane askerin zorla köylünün mallarını ve paralarını aldığını gördü. Ancak, Balaban’ı asıl şaşırtan olay ise köylülerin buna susmasıydı. İçeri giren Marianna’ya sordu ”Kim bunlar?” Marianna ”Senyör Caraffa’nın adamları. İnsburg’ta, buraya bir kaç günlük yerde yaşıyorlar. Buraya her geldiklerinde, neyimiz var neyimiz yoksa alıyorlar. Bazen de gözlerine kestirdikleri kadınları alıyorlar.” dedi. Balaban’ın yüzünde ki şaşkınlık yerini kızgınlığa dönüştürdü ”O zaman neden karşılık vermiyorlar?” diye sorunca Marianna” Neyle karşılık vereceğiz? Silahımız yok nasıl savaşılır onu bile bilmiyoruz?” diye cevap verince. Balaban toplanarak ”Tüm köyü aşağıya topla onlarla konuşmam lazım.” dedi. Bunun üzerine denileni yapan Marianna kısa sürede tüm köyü aşağıya toplamıştı. Köy Balaban’a çok güveniyordu. Eğer o diyorsa muhakkak doğruydu. Balaban bir süre sessiz kaldıktan sonra ” Bugün çok kötü şeylere tanık oldum. Dört Alman gelip sizleri soydu. Sonra öğrendim ki, bazen sevgili eşlerinizi ve kızlarınızı dahi alıyorlarmış. Siz buna yaşamak mı diyorsunuz? Bundan sonra buna izin vermeyeceğiz! Ben size savaşmanın tekniklerini ve neler yapabileceğinizi öğreteceğim!” demişti. Balaban kitlelere hitabeti iyi biliyordu. Tüm köy buna gönüllü olarak katıldı ve Balaban her birine yay yapmayı, ok atmayı öğretti. Köyde büyük bir bölük kurdu. Onu en çok mutlu eden durum ise tüm köyün bunu isteyerek yapmasıydı. Tüm köye coğrafyaya göre nasıl savaşılır, kılıç nasıl kullanılır öğretiyordu. Köylülerin güvenleri yerine gelmiş erkek,kadın demeden herkes savaşçı olmak arzusuyla mücadele ediyordu. Aradan bir ay geçmişti artık Monea’da bir çok şey değişmiş, köy tam olarak bir ordugaha dönüşmüştü. Monea dağlık bir yerdi ve dar bir boğazdan geçen yolun sonundaydı. Buna göre savaş düzeni alan Balaban ve askerleri artık zorbaları bekliyordu. Kısa bir süre sonra olacak olaylardan habersiz olan askerler boğaza girdikleri an ok yağmuruna tutuldular. On asker ilk defa böyle bir şeye şahit olmuştu iki tanesi kaçmış geri kalanları ise orda can vermişti. İlk zaferin önemini çok iyi bilen Balaban ”Hepiniz harikaydınız!” diyerek onların moralini diri tutmak için çabalıyordu. Bu durum aslında İtalya’da bir ilkti. Köylerden böyle karşılık görmeyen Caraffa başka köylere engel olunmaması için daha büyük bir ordu hazırlatmaya başladı. Balaban’ın ise beklediği buydu ve haber çoktan başka köylere ulaşmaya ve diğer köylülerde cesaretlenmeye başlamıştı.  Bunu güzel bir fırsata çevirmek düşüncesiyle ince ince planlar yapmaya başladı.Bir çok köy halkı artık Monea ile birleşmeye başlamıştı. Artık büyük savaş kapıdaydı. Balaban bu savaşın acaba yüz yıllar boyunca yankılanacağını biliyor muydu?  Artık hazırlıklar tamamdır. İki ordu da hazırdı. Bir yanda Balaban’ın yetiştirdiği köylüler diğer tarafta ise Senyörler ve askerleri. Ok ve kılıç konusunda kendilerini müthiş geliştiren köylüler nefes dahi aldırmıyorlardı. Balaban’ın emriyle atışa geçen toplar ortalığı resmen cehenneme çevirmişti. At kişnemeleri ve kılıç sesleri yükseliyordu. Geçitte tam bir bozgun yaşayan düşmanlar çıkmaya çalışıyorlar ve bu durum panik havasına neden oldu. Tam bir bozgun yaşayan senyörler bozgunun yanında canlarını da verdiler. Bu gerçek bir zaferdi. Monealılar ne Balaban’ı ne de bu zaferi asla unutmadılar. Her yaz mehter marşlarının çalındığı bu köye giderseniz köylülerin ”Biz Türk’üz!” demelerini ve her tarafı süsleyen al bayrağımızı muhakkak görürsünüz. Sonra ne mi oldu? Balaban ve Marianna evlendi. Bu evlilikten iki çocukları oldu. Viyana bozgununu duyan Balaban buna çok üzüldü ancak üstündeki idam cezasından dolayı o köyde yaşamaya demirci olarak devam etti. Evet canlar, böyle günlerde yazmak nasip oldu sizler evlerinizde durun Türk evlatları, lütfen evde kalın milletçe bu günlerinde üstesinden geleceğimize eminim. Bir hatam olduysa affola…


İTALYA'DA BİR TÜRK KÖYÜ




4 Yorum

  • varsayılan avatar

    Çok güzel bir yazı olmuş abim ellerine sağlık, çok beğendim.

    4 yıl önce
  • varsayılan avatar

    Harika bir yorum; akıcı ve hiç sıkılmadan okudum ve istifade ettim. Sayın Yazar’ı tebrik ediyor, devamını bekliyorum.

    4 yıl önce
    • Abdulkadir YAŞIRINLIGÖZ
    • Cevapla
  • varsayılan avatar

    Eline kalemine sağlık

    4 yıl önce
  • varsayılan avatar

    Çocukluğumuzdaki hikayeler gibi hem akıcı, hem kalıcı, hem anlamlı güzel bir yazı olmuş ellerinize sağlık; devamını bekleriz.

    4 yıl önce
  • Bi yoruma ne dersin ?

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir