Eleştiri

Yokluk Bekliyor

Yokluk Bekliyor

 Küçükken bir an önce büyümek isterdim. Yani her çocuk gibi. Çünkü o kadar hayat doluydum ki aklımdaki her şeyi yapabilmek için sadece büyüyüp özgür olmam gerektiğini düşünürdüm. Tek ihtiyacımın hesap vermemek olması gerektiğini de. Hergün farklı bir kafa yaşardım. Çocukluk kafası; bir yerden sonra kişinin hiçbir madde ile yakalayamayacağı bir kafa. Kimi zaman sadece bahçede tek başıma eğlenir, kimi zaman şeytani planlar kurar bazen ise sadece çizgi film izleyip Kral TV’de Kıraç’ın çıkmasını beklerdim. Yemekleri annem yapıyordu, sofrayı da o kaldırıyordu. Sadece eve geç kaldığımda ve bazı durumlarda biraz aşırıya kaçtığımda azar işitirdim.

 Biraz büyüdüm. Çocuk gibi de değildim büyük gibi de. Aynaya bakınca gördüğüm insan çok hibrit bir insandı. Zihnen de farklı sayılmazdım. Kadınların ne anlama geldiğini yeni keşfetmiş ve heyecan duymaya başlamış olsam da içimde bir yerlerde halen masumiyet vardı. Artık bahçeye sadece biraz yeşil soğan ve nane koparmak için çıkar oldum. Çünkü çok çaba sarfetmeden haz duyabileceğim kaynaklara erişmiştim artık. Yorulmadan keyiflenmek varken neden kendini yorardı ki insan? Ne de olsa etraftaki çoğu insan ahmağın tekiydi ve ahmakların yaptığı şeyler de ahmakça olmalıydı. Hayat halen üzerinde usulca akıp gidebileceğimiz uzunca bir nehirdi. Üstelik yemekleri halen annem yapıyordu. Çokça azar işitmeye başladım. Bu insanlar neden benden sürekli bir şeyler bekliyor?

 Ben oldum. Birgün yataktan kalktığımda benim de ölümlü bir varlık olduğumu farkettim. Usulca akıp gittiğim nehrin bir sonu olduğunu ve aslında o kadarda usulca akmadığımı, aslında sağa sola çarpa çarpa sadece dengede kalmaya çalıştığımı farkettim. Bunu kabullenemedim. Artık her sabah doğuşunu izlediğim ve doğarken bana gülen güneş, Arbeiten Macht Frei diyerek uyandırıyordu beni. Günler, keyifle nefes alıp vermemi sağlayan pastanın üstündeki çilekler değil boğazıma sarılan ve eğer çalışmazsam beni boğmakla tehdit eden zincirlere dönüştü. Gözlerim asli görevine ihanet edercesine güzel şeyleri değil, kılını kırpırdatmayanların nasıl acılar içersinde yok olduklarını gösteren bir projeksiyona evrildi. Azar ise artık duyulabilen bir nesne olmaktan çıkıp, kımıldamadığım taktirde hançer batıran bir memura dönüştü. Yemeklerimi artık kendim yapıyorum. Sofrayı da ben toplamak zorundayım. 

 Bütün bunlar iyiden kötüye doğru giden olaylar silsilesi değil. Bu olup bitenler iyi veya kötü diye nitelendirilemeyecek şeyler. Başını yahut sonunu belirleyemeyeceğiniz, oluşuna dur diyemeyeceğiniz kadar acziyet yükleyen şeyler. Hayatımızda oynadığımız tanrıcılık oyunu, PacMan’deki yemlerden daha değersiz. Üstelik bir çoğumuz PacMan bile değiliz.

 

[zombify_post]




2 Yorum

  • katiliyorum dünyaya geldik insan olarak ama üstümüzde bilmemiz / yapmamiz gereken sorumluluklarla/isteklerle doğduk. Ve onları yapmaya çalışa çalışa büyüdük. ne kadar yapamadıysak o kadar azar işittik. Kimi sorumluluklara anlam veremedik, kimi istekler hiç bitmedi. Ve doğru, yanlış gibi basit bi kalıba sokmadan yorumlanmalı.

    6 yıl önce
  • Kabuğu sertleşen ve içi olgunlaşan bir ceviz misali yaşayışımız. Su halinde iken girdik her kalıba ya da kabuk sertleştikçe girmek zorunda bırakıldık. Sorulmadı bize istiyor muyuz olgunlaşmayı. Zaman aktıkça dikenler çoğaldı, hava ısındı, sincaplar çevremizi sardı. Kendini korumak için çok bir şansın kalmadı. Öğretileni uygulamak zorundasın. Yıllarca senin iyiliğini düşünenler yok artık, tek başınasın dalın ucunda. Dal bile kuruyor artık, düşeceksin sende sonunda. Geldiğin toprağa geri döneceksin. Mevzu şu, yaşamın boyunca ne yaptın? Bir kartpostalı süsleyebildin mi mesela?

    6 yıl önce
  • Bi yoruma ne dersin ?

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir