Edebiyat

Bir yer

Bir yer

Nerede olduğunu ve içerisindekilerin kimler neler olduğu hakkında bir fikrimin olmadığı, fakat aklıma gelince beni içine çekmesine karşı koyamadığım bir yer var. Tanıdığım kimsenin olmadığı ve içerisinde şu anki kimliğimle bulunmadığım bir yer. Bana hissettirdiği şeyin hazzın yahut mutluluğun ötesinde olduğu, bana bağlı olduğu ipi görebildiğim fakat elimi uzatınca nereye kaybolduğunu göremediğim bir yer. İçinde olup bitenlerin dışarıdan bakan bir gözde merak uyandırmadığı, berrak ve saydam bir yer.

Bildiğim kavramlarla tanımlayamayıp, bildiğim isimler veremediğim bir yer olsa da gözümü kapattığımda görebiliyorum orayı. O kadar kuvvetli ki tüm duyularıma hükmediyor kendini göstermek istediğinde. Yaşamın can sıkıcı ve amaçsızlığını haykıran sesi kulaklarımı tırmaladığında kaçıp saklanabildiğim bir yer olarak düşünürdüm orayı eskiden, öyleydi nitekim. Sevdiğim şarkıları neden sevdiğim hakkında biraz kafa yorduğumda beni götürdükleri yerlere bakmıştım. Hepsi birbirinden güzel yerlerdi ve gerçeklikten uzak değillerdi. İçlerinde en yaşam gibi en nefes gibi olan ve bana sonsuz bir sûkunet veren yer orasıydı. Yalnızlığın ilkel güdülerimde yol açtığı terörün esamesi okunmazdı ve zamanın her anının sahip olduğu bir renk ve bir anlamı vardı. Maslow'un ihtiyaçlar piramidini Maslow'un götüne sokarcasına cüretkâr, yorgun bir günün ardından üstüne aldığın bir yorgan kadar sıcak bir yerdi. İçinde huysuz bacak sendromuna yakalanmış insanlar bulunmuyordu, çünkü bacakları onları gün boyunca taşımış ve yorulmuşlardı. Yorulmayanların bacakları ise ortada bir tatminsizlik ve can sıkıntısı olmadığı için sallanmaya ihtiyaç duymuyorlardı. Kalkış vakti daima gün doğumuydu, çünkü zamanın her anı değerliydi. Cennet gibi bir ütopyadan uzak olduğunu bahçedeki yılan delikleri gösteriyordu. Fakat bahçe sahibinin cesaretle pompalanmış kanla dolan bileklerinin tuttuğu tırpan, yılanı ortadan ikiye bölecekti. Şehir ışıklarının kirlettiği gökyüzünde saklanan yıldızlar burada ışıklarını tüm ihtişamlarıyla yansıtmaktan çekinmiyorlardı. Varoluşlarıyla beraber içlerine yerleştirilmiş iyiliği ve kötülüğü gören insanlar kötü olan kurdu beslemekten çoğu zaman imtina ediyorlar fakat zaman zaman buna mani olamıyorlardı. Dağları sanki beş dakika daha uyku ister gibi üstlerindeki beyaz çarşafı kaldırmıyordu.

İçinde yaşadığım yerin ve hayatın griliğinden mi yoksa büyük bir özlemden mi bilmiyorum ama eskiden sadece bakıp geçtiğim bu vizyon artık bana çok olası geliyor. Olup bitenlere tahammül etmek hayli zorlaşıyor çünkü hergün bu hayatın ne kadar gerçek olduğunu daha iyi idrak ediyorum. Kendimi güzelleyip kötünün dışında tuttuğumdan değil, kötü olduğum halde sebebi ve sonucu objektif söyleyebilecek biri olduğum için canımı yakıyor bu kaçma hissi. Yalanları türlü kelime oyunlarıyla süsleyip 3 adım ötesini göremeyen yahut görmek istemeyen insanların olduğu bir yerde bundan daha normal bir şey de olamaz zannımca. Ama halen bunları klavyenin tuşlarına bir anlam oluşturacak kombinasyonlarla basıp sana söylüyorsam senin için yarının değeri dünün hayalinden daha kıymetli olmalı.




Bi yoruma ne dersin ?

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir